‘GÖRMEDİLER’ Kategorisi için Arşiv

SHEDDEATH – Ümit Karalar Fotoğraf Sergisi

Yayınlandı: 7 Ocak 2011 aylakmaymun tarafından GÖRMEDİLER içinde
Etiketler:, ,

Yine bir fotoğraf sergisi haberi duyurmak istiyorum. Gidip göremediğim, uzak kaldığım, belki çok küçük de olsa kıskandığım projeleri paylaşmaktan keyif alıyorum.

Marmara Üniversitesi Fotoğrafçılık Bölümü öğrencisi Ümit Karalar’a ait bu fotoğraf sergisi başlangıçta bir bitirme projesiymiş, sonrasında ise kafada parlayan ampülle sosyal sorumluluk projesi halini almış.   Modelleri, yüzlerine ve vücutlarına profesyonel plastik makyaj yapılarak şiddet görmüş bir kadın haline getirmişler ve çekimlere başlanmış. 50’ye yakın ünlü kadının da desteğini alan bu genç fotoğrafçı, “Kadın ve Şiddet” konulu fotoğraf sergisini Doğtaş’ın ana sponsorluğunda, Nişantaşı City’de Toprak Sanat Galerisi’nde sergiliyor.

Eserlerin satışından elde edilen gelir de Kadınları Koruma Derneği’ne bağışlanacakmış. Bir gidip görmek lazım derim. Sergi 23 Ocak’a kadar devam ediyor. İyi seyirler…

 

Buradan Yetkililere Süslenmek İstiyoruz

Yayınlandı: 23 Ekim 2010 aylakmaymun tarafından GÖRMEDİLER içinde
Etiketler:, ,

Facebook üzerinden haberdar olduğum, geç kalmadan da haberini duyurmak istediğim bir sergi “Buradan Yetkililere Süslenmek İstiyoruz”. Proje fotoğraf sanatçısı Fatih Akdan tarafından geçtiğimiz 2 sene süresince hiç bir ayrım gözetmeden fotoğraflanan 600 gönüllünün öz verisi ile meydana gelmiş. Çok da güzel olmuş. İlk etapta tamamen isme odaklandığım projenin isim babası da Metin Üstündağ, ayrıca çizimden de anlayacağınız üzere serginin sembolü olan karikatürün de sahibi. M.A.C Kozmetik M.A.C AIDS Fonu faaliyetleri çerçevesinde projenin ana sponsorluğunu, SONY  ise teknoloji destiğini üstlenmiş.

Dikkat çekilmesi gereken diğer bir önemli nokta ise; sergi kapsamında fotoğraf satışlarından sağlanacak olan tüm gelirin HIV ve AIDS ile yaşayan kişilere destek vermek adına Türkiye’de faaliyet gösteren Pozitif Yaşam Derneği’ne bağışlanacak olması.

Buradan Yetkililere Süslenmek İstiyoruz Sergisi 14 Ekim 2010, Perşembe günü Point Otel Barbaros bünyesindeki genç sanatçılara ve sanata verdiği destekle de duyuran Piola’nın mekan sponsorluğunda yapılacak olan kokteyl ile açılışını gerçekleştirmiş. Fakat henüz gidip gezmek için geç değil. Sergi 1 Kasım 2010, Pazartesi gününe kadar Piola’da görülebilir. Detaylı bilgi için; www.buradanyetkilileresuslenmekistiyoruz.com sitesinden yararlanabilir, fotoğraflara da ulaşabilirsiniz. Ayrıca siz de yetkililere süslenmek istiyorsanız kendi fotoğraflarınızı siteye yükleyebilirsiniz. Gidemesem de İzmir’den sevgilerimi gönderiyor, şimdiden iyi seyirler diliyorum.

İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye konulan “Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü” adlı oyunun ekibi ve oyuncuları şu şekildedir:

Yazan: Stefan Tsanev
Çeviren: Hüseyin Mevsim
Yöneten: Murat Karasu
Dekor Tasarım: Ethem Özbora
Giysi Tasarım: Yıldız İpeklioğlu
Işık Tasarım: Yakup Çartık
Sahne Amiri: Feyyaz Yükselen
Rol Dağılımı: Şebnem Doğruer, Sadık Yağcı, Cemalettin Çekmece

Oyunun konusundan bahsetmeden önce Jeanne D’arc’ın kim olduğunu hatırlamak gerek diye düşünüyorum.  Jeanne D’arc (1412 -1431) Fransa’nın İngiliz işgalcilere karşı verdiği savaşta ordunun başına geçerek Orleans kentini kurtaran genç bir köylü kızıdır. Tanrı’dan mesaj aldığını söyleyip Fransızların başına geçen bu köylü kızı, 30 Mayıs 1431’de Engizisyon tarafından “kafirlik” suçlamasıyla 19 yaşında yakılarak öldürülmüştür. Ancak Fransız halkının kalbinde öylesine yer etmiştir ki; kilise yüzyıllar sonra da olsa onu “Azize” ilan etmek zorunda kalmıştır.

Oyunun konusuna dönecek olursak; Bulgar yazar Stefan Tsanev’in Jeanne D`arc`ın yaşam öyküsünden hareket ederek yazdığı oyunda, Jeanne D’Arc, İngilizlere karşı vermiş olduğu savaşta ölür. Jeanne D’arc’ın ölümüyle kahramanlaşmasından korkan engizisyon, parlak bir fikir bulur. Zinadan ölüme mahkûm olmuş Jeannette adlı bir kadından Jeanne D’arc rolü yapmasını isterler. Eğer rolünü iyi oynar, herkesin gözü önünde af diler ve Jeanne D’arc’ı halkın gözünde küçük düşürmeyi becerirse hayatı bağışlanacaktır. Ya hayatını, ya da onurunu korumayı tercih etmek zorunda bırakılmıştır. Jeannette ciddi bir ikilem içerisinde kalır. Engizisyon üyelerinin ayaklarına kapanıp, canını mı kurtarsa, yoksa Jeanne D’arc olduğunu kabullenip, onuruyla ölmeyi mi göze alsa? İşte bu ikilemi yaşarken ona cellat ve Tanrı da eşlik etmektedir. Jeanne D’arc, Tanrı ve cellat arasında geçen bu üç kişilik oyunda, vatanseverlik, tutuculuk gibi kavramları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan egemenler ve bunlara başkaldıran insanın iradesi sergilenmektedir. Jeanne D’arc’ın son gecesi yeniden kurgulanarak, din, vatanseverlik, insanlık onuru, adalet gibi kavramlar bugünün bakış açısıyla ve yergi üslubunun doğurduğu komediyle bir kez daha sorgulanmaya çalışılmıştır.

“Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü” izleyiciye bir soru sormaktadır aslında; Engizisyonun sıradan gündelik uğraşları arasında olan bu yakma olayı, bütün öteki infazlar anımsanmazken, yaklaşık 700 yıl sonra neden hâlâ belleklerdeydi?  İşte bu sorunun cevabını oyunun sonunda Tanrı şu sözleriyle vermektedir: “Jeanne D’arc olmak zordur ama Jeanne D’arc olarak kalabilmek daha da zordur” , “İsa’yı kurtarsaydım Mesih olmazdı. Sen de yaşarsan öleceksin; ölürsen yaşayacaksın.” Çünkü, Jeanne D’arc’ı, Jeanne D’arc yapan; girdiği savaşlar değil, mahkemede İngilizlerin kölesi olmuş aristokrat Fransızlara, zulmeden İngilizlere ve papazlara tokat gibi çarpan sözleri ve sürünerek yaşamak ile sürünmeden ölmek arasındaki tercihiydi.

İzmir Devlet Tiyatrosu’nun geçen sezon sergilediği oyun, bu sezon da sahnede. Tavsiye eder iyi seyirler dilerim.

Baraka

Yayınlandı: 7 Aralık 2009 aylakmaymun tarafından GÖRMEDİLER içinde
Etiketler:, , , ,

Yönetmen : Ron Fricke

Yapım Yılı : 1992

Süre : 96 dk.

Baraka bir belgesel olarak düşünülebilir fakat bilinen belgesellerden biraz farklı. Sadece görüntülerden oluşan, anlatının ve altyazının olmadığı çeşitli fotoğraf kareleri ve görüntülerin bulunduğu bir görsel şölen diyerek başlayabiliriz. Yapımcısı Mark Magidson’un da bu görüşü destekleyerek, bunun bir gezi belgeseli olmadığını, gezegen üzerindeki hayat ve her birimizin buradaki yeri hakkındaki duyguları harekete geçiren bir deneyim  olma niyetiyle çekildiğini ifade ediyor. Filmin yönetmeni Ron Fricke ise anlatılan şeyin nerede olduğunuzla ya da neden orada olduğunuzla ilgili olmadığını, tamamen odaklanılması gereken şeyin orada ne olduğuyla ilgili olduğunu vurguluyor.

Baraka 14 ay gibi bir sürede, 6 kıtada toplam 24 farklı ülkede ( Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kamboçya, Çin, Ekvator, Mısır, Fransa, Hong Kong, Hindistan, Endonezya, Iran, İsrail, İtalya, Japonya, Kenya, Kuveyt, Nepal, Polonya, Suudi Arabistan, Tanzanya, Tayland, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri) 70 mm.lik kamerayla çekilmiş. Ülkelerdeki çeşitli inançları gösteren, bunun yanında doğal güzelliklerine de yer veren, ciddi bir sistem eleştirisi de barındıran bir film. Birçok görüntüsüyle bana Charles Chaplin’in Modern Times filmini hatırlatan bu film belgeselde, görüntülere eşlik eden müzikleri de atlamamız gerek diye düşünüyorum. Görüntüleri fazlasıyla tamamlayan, etkisini tam olarak yansıtabilen, aralarında  Michael Stearns ve Dead Can Dance ‘in de yer aldığı müzikler kullanılmış. Zaman ayırmaya değer diyorum, iyi seyirler diliyorum.

resim063241dd6328779709c3eacd0480cc7fYÖNETMEN: Derviş Zaim

SENARYO: Derviş Zaim

OYUNCULAR: Mehmet Ali Nuroğlu, Serhat Kılıç, Settar Tanrıöğen, Mustafa Uzunyılmaz, Şener Kökkaya, Hikmet Karagöz, Begüm Birgören

SİNOPSİS: Tarihi eser kopyalama suçundan hapse girip çıkmış Ahmet ismindeki bir hat sanatı öğrencisinin, eski bir arkadaşının ricası üzerine tarihi değeri olan bir Kuran’ı yasadışı yollardan satmaya çalışırken başlarına gelenlerden ötürü yaşadığı vicdan muhasebesi.

YAPIM YILI: 2008   SÜRE: 78 dk

3aymun: Derviş Zaim’in “Filler ve Çimen” ve “Tabutta Rövaşata” filmlerinden sonra bu en beğendiğim yapıtı “Nokta”, gerek kurgusu gerekse senaryosu ve oyunculuklarıyla oldukça etkileyici bir film olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle son dönem Türk sinemasında benzer kurguları ve senaryolarından sıyrılıp bize bilmediğimiz bir dünyanın kapılarını açıyor: Hat Sanatı…

40_932NOKTA_FILM

Bu sanatın gereği olan iç hesaplaşma, senaryonun bütününe suç işleyen birinin arınma ve çektiği azaptan kurtulma çabası olarak yansıyor. Hat sanatını icra eden kişinin öncelikle inancının sağlam olması gerekiyor ki, sanatına devam edebilsin. İşte bu inanç muhasebesi, baş karakter Ahmet’in hem sanatını, hem de yaşamını devam ettirebilmesi için önem arz ediyor. Bir başka açıdan bakıldığında ise film iyi-kötü, siyah-beyaz sorgulamalarına suç dünyası çerçevesinden yaklaşıyor. Filmin tek plan ile çekilmiş olması, filme ayrı bir incelik kazandırıyor. Böylece hat sanatındaki devamlılık ve bütünleştirici tavır sahnelerin akmasıyla ve Tuz Gölü’nün devasa beyazlığıyla uyumluluk gösteriyor.

Filmden ilk çıktığımda aklımda kalan cümlelerle bitirmek istiyorum:

“Beyaz kağıt üzerine siyah noktalarız aslında. Hepimiz nihayetinde son bir cümleye nokta olacağız.”

2528347828_20cd8f51f2may3un: Son dönem Türk sineması yıllardır içinden çıkamadığı tekdüzelik ve klişe batağı arasında, “Nokta” gibi bir filmle karşılaşmak büyük bir sürpriz oldu. Gişe başarısı için yapılan saçma sapan filmleri bir kenara koyacak olursak, maalesef Türk sineması uzunca bir süredir birbirine benzer konular, kadın-erkek ilişkileri versiyonları, artık kabak tadı veren bir türlü gitmeyen hikayeler, klişe karakterler ve yetersiz oyunculuklar (buna yanlış oyuncu seçimleri de dahil) denizinde boğulmuş durumda, buna ödül alan bir çok film de dahil, ki sonuçta bu da keçinin olmadığı yerde koyuna Abdurrahman Çelebi derler durumu. Tabii yine de arada çıkan gerçekten güzel filmler yok değil, işte “Nokta” da bunlardan biri, hem de bir çok eksiğine rağmen, son dönemde Türk sinemasında ihmal edilmiş bir tür olarak gördüğüm suç filmleri (yurtdışından örneklemek gerekirse Lock, Stock And Two Smoking Barrels, In Bruges tarzı filmler) boşluğunu kendi kültürümüzle harmanlayarak, biraz da kara komedi yerine dramayı ön plana çıkararak doldurmaya çalışıyor.

Derviş Zaim’in filmi çekerken kullandığı açılar ve görüntülere kimsenin bir laf edebileceğini sanmıyorum. Sadece tek plan çekilen bir film olduğundan, geçişlerin çok fazla gökyüzünden yapılması biraz bıktırıyor, halbuki filmin ilk sahnelerindeki gibi farklı yerlerden, daha güzel geçişler yapılabilirmiş (bu arada gökyüzü geçişlerinde görülen arapça harflere benzer bir E harfini benden başka gören var mı merak ediyorum, bilhassa koyduysa çok güzel bir nüans, eğer orada bulutlarda hep öyle bir harf beliriyorsa  onu da “Şaşırmadılar”a yazabiliriz). Filmin hikayesi son derece sürükleyici, hatta filmin kısa süresinden ötürü zaman nasıl geçti anlamıyorsunuz, senaryosunda ise bazı eksikler olmasına rağmen – aslında eksikler demek de yanlış, daha ziyade bu tarz filmleri sevenlerin hoşuna giden bol ve uzun diyaloglar ve kara komedi öğesinin eksikliğine rağmen demek daha doğru olacak – aynen hat sanatı gibi akıp gidiyor, bu yüzden umarım sadece benim gittiğim sinemada değil her yerde ara verilmeden gösteriliyordur. Tabii dikkatli bir izleyiciyseniz, ufak tefek senaryo hatalarını da farkedeceksiniz ki, böyle bir filmde gözden kaçması hoş olmamış (merak edenler için Ahmet ve Selim’in ilk karşılaşmalarına, Ahmet’in kağıt üzerinde hat çizmesine dikkat edin), maalesef bu hatalar filmde bir özensizlik varmış izlenimi veriyor, ama tek plan çekilmiş bir filmde ve Türkiye’de gerçek sinemacıların parasal zorlukları gözönüne alındığında bunlar biraz hoşgörülebilir.

2528343346_34696c40d5Filmin bana göre en büyük artılarından biri de, bazı oyuncuların öne çıkan oyunculukları desem yalan söylemiş olmam. Mehmet Ali Nuroğlu, bu filmde tv dizilerindekinden çok daha farklı bir karakter yaratmış, film boyunca yarattığı Ahmet karakteri gerçekten iyi biri mi yoksa sadece kendi çıkarına göre hareket eden kötü biri mi anlamıyorsunuz, ne karakteri sevip acıyabiliyorsunuz ne de kızıp nefret ediyorsunuz, karakterin içinde bulunduğu iç karışıklığı ve çelişkiyi karakterin hareket ve mimiklerine de yansıtmayı başarmış. Birden uysal biriyken aniden saldırganlaşabiliyor, gölgesinden bile korkar gözükmesine rağmen günahlarıyla yüzleşecek cesareti kendinde bulabiliyor. Bu da karakteri tek bir kelimeyle özetlenebilmesini imkansız kılarken, daha insan ve sahici görünmesine yol açıyor. Diğer beğendiğim oyunculara geçecek olursak, ilk sıraya kesinlikle Settar Tanrıöğen’i koymam lazım, itiraf etmek gerekirse Bir Demet Tiyatro’da yarattığı karakter öyle sevilmişti ki, daha sonraki rollerinde hep aynı konuşma tarzı ve mimikler üstüne yapışmıştı, sanıyorum bunun da sebebi büyük olasılıkla kendine hep aynı tip rollerin gelmesi ve beklentinin o yönden olmasıdır, bu filmde oynadığı karakterle beni en çok şaşırtan ve sevindiren oyunculardan biri oldu, yarattığı karakterin yalınlığı ve samimiliğiyle bize aslında ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor. İlk defa izlediğim Serhat Kılıç da, Ahmet’in yardım isteyen arkadaşı Selim rolünde çıkardığı oyunculukla dikkatimi çeken diğer isim oldu. Yaptığı yanlış seçimler ve bu seçimlerden duyduğu kararsızlık ve iç karışıklığın onu ne kadar çaresiz bir hale getirdiğini siz de hissedeceksiniz.

Sonuç olarak, son dönemde vizyona giren en güzel Türk filmlerinden biri olan “Nokta”yı izlemekten pişmanlık duymayacaksınız. Yalnız küçük bir eleştiriyi de filmin pazarlama stratejisine yapmadan geçemeyeceğim, filmin afişinden tutun da, ki turuncu afiş filme daha uygun, sürekli bir hat sanatı filmi denmesine kadar bir çok pazarlama yanlışı söz konusu, ki bu yüzden bir çok insan bu filme gitmekte tereddüt ediyor olabilir. Çünkü ben filme gidene kadar “Nokta”nın bu tarz bir suç filmi olduğunu düşünmüyordum bile açıkçası. Hat sanatı ise filmde bir amaç değil, araç olarak başarılı bir şekilde kullanılmış ve filme hat sanatını anlatan bir film demek çok yanlış, gözünüzün önünde yarı belgesel bir film canlanmasın.