‘DUYMADILAR’ Kategorisi için Arşiv

Emily Wells

Yayınlandı: 5 Ağustos 2010 aylakmaymun tarafından DUYMADILAR içinde
Etiketler:
Uzun zamandır ihmal ettiğimiz sitemize yeni bir keşifle geri dönmek istedim. Efendim kendisini facebook’ta kısa bir videosuyla görüp beğendiğim bu hatun, aslında uzun süredir müzik piyasasının içindeymiş.  Hatta 3 albümü geride bırakmış diyebiliriz. İlk dinlediğimde biraz Cocorosie, biraz Portishead biraz Björk tınıları hissetsem de çok daha farklı bir duruşu var. Kendisi de “I love Vivaldi and rap music” diyerek benim size anlatmaya çalıştığım şeyi özetlemiş aslında. 4 yaşından beri keman çaldığını hesaba katarsak yetenekli kelimesinin arkasında neler yattığını ve Vivaldi’ye olan düşkünlüğünü de rahatlıkla anlayabiliriz.

Kendisi hakkında internette çok fazla bilgi olmadığını gördüm. Ordan burdan edindiğim kadarıyla klasik bir aileden geldiğini söyleyen Emily, folk ve country müzik dinlemekten hoşlanıyormuş. Verdiği röportajlarda küçük oyuncak enstrümanları sevdiğini, birkaç tane oyuncak piyanosu olduğunu ve bunları müziğinde kullanmaktan keyif aldığını , müziğindeki farklılıkta basçısının etkisinin büyük olduğunu belirtiyor. Ben farklı birşeyler dinlemekten dolayı çok keyif aldım.

Albümleri sırasıyla ;

2006  – Beautiful Sleepyhead and the Laughing Yaks

2008  – The Symphonies Dreams Memories & Parties

2009 – Dirty

Albümleri hakkında ayrıntılı bilgi vermek isterdim fakat her şarkıya ne yazık ki ulaşamadım. O yüzden siz dinleyip yorumlarınızı bize iletin.  Önceliklesizinle kendisini keşfettiğim “The Symphonies Dreams Memories & Parties” adlı albümden olan “Symphony 1 in the Barrel of a Gun” adlı parçanın videosunu paylaşıp, ardından da myspace adresini verip aranızdan ayrılıyorum. Keyifle dinleyiniz…

http://www.timsah.com/Yetenekli-kiz-Emily/dTrrT792DdW

http://www.myspace.com/emilywells

the lost fingers

Biraz da kulaklarımızın pası silinsin diyerek tanıtmakta geç kaldığıma inandığım “The Lost Fingers” dan bahsedelim istiyorum. Çok eğlenceli olduklarını düşündüğüm bu takım elbiseli ve gözlüklü arkadaşlar grubun adını, 18 yaşındayken parmaklarını kaybeden  ancak bu şekilde kendine has bir stil kazanan ve tüm dünyaca tanınan caz gitaristi  Django Reinhardt’ dan ilham alarak “the lost fingers” koyuyorlar.

Alex Morissette, Dr. Christian Roberge ve Byron Mikaloff’tan oluşan grup iki gitar, bir kontrbas ile eğlenceli coverlar yapıyor. 2008 yılında çıkardıkları “Lost in the 80s” albümü ile Kanada’da 100.000 satmışlar. 80’lerin unutulmaz şarkılarını kendilerine has bir şekilde “çingene tarzı caz yorumları” ile yeniden yorumluyorlar. 80lerin modasını takip ettiğimiz ve 80li yıllarda çocuk olmak gibi birçok mevzunun popüler olduğu günümüzde kanadalı gypsy jazz grubu “The Lost Fingers”ı da kaçırmamak gerek diye düşünüyorum. Albümdeki parçaları da yazıp gerisini size bırakıyorum.

 Pump Up The Jam (Technotronic)thelost

You Give Love A Bad Name (Bon Jovi)

You Shook Me All Night Long (AC/DC)

Incognito (Céline Dion)

Touch Me (Samantha Fox)

Part-Time Lover (Stevie Wonder)

Fresh (Kool & The Gang)

Billie Jean (Michael Jackson)

Tainted Love (Soft Cell)

Straight Up (Paula Abdul)

Black Velvet (Alana Miles)

bandista51 Mayıs 2009’da keşfettiğim ve müziklerine kendimi kaptırdığım bir gruptan bahsetmek istiyorum sizlere. Bandista, Anlatılan Senin Hikayen (De te fabula narratur) adlı albümleriyle devrim marşlarını yeniden yorumlayan  bir yürüyüş bandosu. Anlatmak istediklerini müzikal bir form içinde sunmaya, yürüyüşlerine bir ritm tutturmaya çalışıyorlar. Onlara  “yürüyüş” destekçileri diyebiliriz. Onlar her şeyin birdenbire değişeceği bir sabaha doğru yürümüyorlar, onlar yürüyüşün kendisinde ısrar ediyorlar. Yürüyüşün öğrettiğini, attığımız her adımın (yerimizde daire çizsek bile) bir ilerleme olduğunu savunuyorlar. Bu anlamda Bandista insanları yürümeye ikna etmeye çalışıyor.

Bandista kelimesi de İtalyanca’da bandonun içindeki her bir müzisyene verilen isimmiş. Yani özel ya da kıymetli bir çağrışımı yok. bandista6Bandista da kendisini oluşturan 7 kişinin ismini kullanmıyor. Bireyleri yüceltmekten uzak olan bu tavırla bireylerin kollektif olarak ortaya koydukları ürünü yüceltmeyi seçiyor. Bu nedenle grubun kimlerden oluştuğuyla ya da kimin ne çaldığıyla ilgili bilgi verme gereğini de hissetmiyorlar. Onlara göre dinleyen, müzik aletini alıp onlara katılan, sesiyle eşlik eden herkes bu gruba dahil oluyor zaten. “Anlatılan Senin Hikayen” derken de vurgulamaya  çalıştıkları şey de tam olarak bu aslında. Bu hikayelerin içinde yer alarak, Taksim’de 1 Mayıs’ta marşlarıyla yürüyorlar, Sabah-Atv grevinde desteklerini esirgemiyorlar.

Yeni bir şey keşfetmediklerini, bir şeyin sureti olmadıklarını söyleyerek albümlerini internet üzerinden yayınlıyorlar. “Bizden öncekilere bir selam ve bizden sonrakilere de devam” diyerek Bandista’nın açık  bir kaynak olduğunu söylüyorlar. Yani albümü dinleyin, çoğaltın, dağıtın, icra edin, yeniden kurgulayın, sökün ve takın…

albümü dinleyebileceğiniz adres: http://www.tayfabandista.org/
albümü indirebileceğiniz  adres :
http://rapidshare.com/files/230148302/bandista_-_de_te_fabula_narratur.rar

bandista

ZIRZOP

Yayınlandı: 26 Aralık 2008 3aymun tarafından DUYMADILAR içinde
Etiketler:, , , , , , , ,

zirzopFatima Spar: Vokal

 

Alexander Wladigeroff: Trompet 

 

Andrej Prosorov: Soprano Saksafon

 

Milos Todorovski: Akordeon

 

Philipp Moosbrugger: Bas gitarlar 

 

Erwin Schober: Davul

Şimdi sıkı durun. Size zir zir zir oynayacağınız, dinlerken herşeyin aniden hızlandığı Emir Kusturica filmi içinde hissedeceğiniz bir albümden bahsedeceğim. ZIRZOP, Fatima Spar and The Freedom Fries isimli Avusturyalı grubun 2006 senesinde çıkan ilk albümü. Albümün Türkiye’ye gelmesi biraz vakit almış, ama gelmiş ya işte çok güzel olmuş. Hatta reklamlarda jingleları bile dolanmaya başladı. Nestle reklamında kullanılan kibirli ceviz şarkısı, esasen bu albümün en hoş parçalarından birisi. Şarkılara geçmeden konuyu dağıtmaya başladım bile, çünkü bir yandan albümü dinliyorum ve hayat hızlandı! 

Ne diyorduk: Öncelikle grubun ismi hakkında önemli bir ipucum var; Grubun solisti asıl adını kullanmasa da bir Türk. Bu nedenle türkçeyi bu kadar eğlenceli kullanan başka bir türkçe albüm bulmak çok zor. Şimdi Babazula’ya gitti aklım birden. Çalan müziklerin kardeşliğinden olsa gerek. Ama yok bu çok daha başka. Fatima Spar’ı,  Fatima Spar and The Freedom Fries’dan çıkarırsak eğer, diğer elemanların oluşturduğu Freedom Fries’ın politik bir göndermesi mevcut; Bu isim esasen Amerika’da yükselen Fransız karşıtlığı sırasında ortaya çıkan “french fries”ın yerine önerilen isimmiş. Zaten grup üyelerinin toplamına baktığımızda ne kadar evrensel olduğunu görüyoruz. Türkiye, Avusturya, Ukrayna, Makedonya ve Sırbistan’da doğup da Avusturya’da toplaşan bu güzel insanlar müzikleriyle de dünyayı bize yakınlaştırmayı başarıyorlar. Albüm kendi dilimizde dinleyebileceğimiz jazz, balkan, gypsy, swing tınılarını mükemmel şekilde harmanlayan parçaları kapsıyor.

zirzop-2

Kızılcıklar oldu mu selelere doldu mu türküsünü Beyaz’dan sonra söyleyerek kültürümüze büyük bir iyilik de yapmışlar mesela. Dinleyen herkesin önce bir yadırgadığı, çünkü Türkçe jazza pek yakışmıyor maalesef, sonra ise artık o şarkıların diğer versiyonlarını dinleyemediği parçalar bu albümde. 

ZIRZOP yeni bir ritm katıyor hayatımıza, hem tanıdık hem de bilinmeyenden gelen.. Aşinalıkları seviyorsanız bu albüme bayılacaksınız. Reklamda konusu geçen kibirli ceviz hikayesinin sonuyla yazımı bitiriyorum. Ve soruyorum; cevize yazılmış bir şarkısı bulunan bu grubu kim sevmesin…

“Taketse de canıma, baktım bir kere tadına, bir talcid atarım geçer, senin maceran benim içimde biter”

 Albümü Almak İçin Bekleyemeyenlere:

http://www.myspace.com/fatimaspar

 

fear_of_a_blank_planet

STEVEN WILSON – Vokal, gitarlar, piyano, klavye

RICHARD BARBIERI – Klavye, synthesizer

COLIN EDWIN – Bas gitar

GAVIN HARRISON – Bateri

ALEX LIFESON – Solo gitar (Anesthetize’da)

ROBERT FRIPP – Soundscape (Way Out Of Here’de)

 

ÇIKIŞ TARİHİ: 16 Nisan 2007   TÜR: Progressive Rock

 

Bu seferki “DUYMADILAR” köşesi yazımızı son dönemin en önemli progressive rock topluluklarından PORCUPINE TREE’nin yakın tarihli albümüne ayırdık. 1987 yılında Steven Wilson tarafından kurulan, progressive rock, psychedelic rock ve metal müzik karışımı bir müzik türünde eserler veren bu grup, 90’lardan itibaren daha psychedelic bir müzik tarzı benimseyerek sayısız albümler vermeye devam ediyor. 1995 yılında çıkardıkları “The Sky Moves Sideways” albümüyle progressive rock fanları arasında başarı elde eden grup, her ne kadar Steven Wilson bu durumdan rahatsız da olsa, o dönemde 90’ların Pink Floyd’u olarak görülmeye başlanıyor. 1998 senesinde çıkardıkları “Stupid Dream” albümüyle daha çok pop/rock sounduna kayan grup, her ne kadar bazı eski fanları tarafından eleştirel biz gözle bakılsa da, o döneme kadar ki en yüksek satış rakamına ulaşarak, hayran kitlesini genişletmeyi başarıyor. Ama bana göre en büyük patlamasını 2000’de yayınladığı “Lightbulb Sun” albümüyle yapan Porcupine Tree, grup elemanlarındaki değişmelere rağmen, 2002’deki “In Absentia” ve 2005’teki “Deadwing” albümleriyle çıkışlarına devam ediyorlar. Özellikle “Deadwing” albümünden çıkan “Lazarus” ve “Shallow” singlelarıyla sonunda listelerde de kendini göstermeye başlayan grup, daha sert bir rock sounduyla çıkardıkları birazdan daha detaylı bahsedeceğim “Fear Of A Blank Planet” albümüyle, dünya listelerindeki yerlerini daha yukarıya taşıyarak sağlamlaştırmış durumda, 2009’da çıkaracakları albüme hazırlanmaya devam ediyor.

porcupine_tree_band_2005

Öncelikle “Fear Of A Blank Planet” içinde radyo dostu şarkılar olan, progressive rock dinlemeyen herkesin kolaylıkla alışacağı bir albüm değil. Zaten bu türü seviyorsanız, mutlaka ya çoktan biliyor ve dinliyorsunuzdur ya da en azından bir iki parçasını ve ismini duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. İlk kez dinleyecekler için ise; grubun diğer albümlerinde yer alan “Trains”, “The Blackest Eyes”, “Lazarus”, “Shesmovedon” gibi şarkıları alışma sürecinizi hızlandıracaktır diye düşünüyorum, çünkü bu bahsettiğim parçalardaki rock soundu biraz daha her kulağa hitap edecek bir tarzda, hatta rock müzik fanı olmayanlar bile bu şarkılardan ayrı bir tat alacaktır diye düşünüyorum. Alternatif rock türünü sevenlerin de beğeneceğini düşündüğüm “In Absentia”, “Deadwing” gibi albümleri de dinlemenizi tavsiye ediyorum, her ne kadar yeni Pink Floyd diye nitelendirilseler de, bu konuda Steven Wilson’la aynı fikirdeyim, Porcupine Tree kesinlikle kulaklara yeni bir tat sunuyor, günümüz sorunlarına kendi yorumlarını kattıkları şarkı sözleri, enstrümanlardaki yetkinlikleri, başarılı kompozisyonları ve özenle hazırlanmış albüm kapaklarıyla da son dönemde en çok beğenimi kazanan gruplardan biri olmayı başarıyor.

533459796_7abe2515b3Şarkılara geçecek olursak; albümün açılış parçası,  yine albümle aynı adı taşıyan, aynı zamanda dinleyeceğiniz en kışkırtıcı şarkılardan biri olan “Fear Of A Blank Planet”, albümün genelinde üzerinde durduğu 21. yüzyıl gençliğinin nöropsikolojik sorunlarına değiniyor. Daha sonra albüm “My Ashes” adını taşıyan melankolik parçayla devam ediyor, daha önceki albümlerindeki “Trains”, “Lazarus” gibi balladlarla karşılaştırıldığında daha zayıf görünen parça, yine de etkileyici sözleri ve Wilson’la Barbieri’nin yarattığı klavye ağırlıklı atmosferiyle dikkat çekiyor. Daha sonra albümün belki de ağır topu sayabileceğim “Anesthetize” alıyor sırayı, bazılarına göre 17 dakikalık süresiyle uzun sayılabilecek bu inanılmaz kompozisyonlara sahip parçaya, ayrı bir tadı da progressive rock müziğin efsanelerinden sayılan kanadalı Rush grubunun gitaristi Alex Lifeson’ın inanılmaz solosu katıyor. Albüm daha sonra “Sentimental” adlı parçayla devam ediyor. Parçanın ilk hali de “Normal” adıyla, bu albümden sonra albüme girememiş parçaları da Porcupine Tree fanlarına ulaştırdıkları “Nil Recurring” adlı EP’de yer alıyor, ki ben her ne kadar bu halini de çok sevmiş olsam da, sanki değiştirilmeden önceki hali kulağıma daha güzel göründü. Ardından gelen şarkı olan “Way Out Of Here” belki de albümün en radyo dostu şarkısı sayılabilir, zaten bundan sebep olsa gerek yabancı müzik kanallarında klibine defalarca rastladım. Albümün en güzel parçalarından biri olarak gördüğüm, albümdeki müzisyenlerin birlikte bestelediği tek parça olan, bu şarkının diğer bir güzelliği de,  soundscape yani arka plandaki atmosferin soundun progressive rock müziğin duayenlerinden sayılan, King Crimson’ın kurucu ve en önemli üyesi, günümüzdeki en önemli müzikal dehalardan biri olarak görülen Robert Fripp tarafından yaratılmış olması. Albümde yer alan son parça olan “Sleep Together”, günlük stres ve sorunlardan kaçış yolu olarak gördüğümüz tv, bilgisayar gibi eğlence araçlarına ve bundan fazlasıyla etkilenen günümüz gençliği hakkında yazılmış albümün en sert ve bünyesinde elektronik müziği en çok barındıran parçalarından biri. Son olarak albümün, progressive rock üzerine hazırlanmış en geniş içerik ve en fazla üyeye sahip olan www.progarchives.com tarafından üyelerin oylarıyla hazırlanan 2007’de en çok puan alan progressive rock albümü sıralamasına göre, “2007 yılının en iyi albümü” seçildiğini de söyleyerek, yazımı burada noktalıyorum.