ritim;
üstüne düşünelim.
her cümlenin sonundaki nokta,
ve başındaki nefes alışsa ritm.
ritmiyor şu an.
nefesler yok, noktalarsa uzamaya meyilli…
üç nokta dediğimiz;peşi sıra, iki gölgeli bir adam…
bu adam net konuşmuyor hiçbir zaman…
sonunu okuyana bırakan bir roman…
aksak ritimli bir slogan…
hep devrime hep devrilmemeye bir de…
bu adam.bu adam.bi bu kadar daha adam
Hep devrilmemeye çalışmaktan oluyor zaten ya! Herkimsekimler, kum saatlerinin içinden aşağı dibe akarken, lime lime, kum kum olmuş birikirken, tam da en hayal kırıklıklarında, terse dönerse yeniden başlayacağını bilemeden deviniyor. Devrilmemeye çalıştıkça ovallenen bir dünya, eskiden tepsi gibi dümdüzdü ve ucundan aşağı akıyordu nehirler. O vakitler, fareler kavalcıyı bile dinlemediler. Köy de aktı gitti suyun hızına kapılıp..
Şimdisi için topraklar birleşip ev ev oldular, balçığa bulandılar, buluta özenip göğe uzandılar. Bu uzamışlıklar arasında birileri, fareden bilinçli kediden hınzır, ağaçtan hareketli rüzgardan esintili, türediler ve kendilerine ademoğlu dediler. “Doğanın umrunda değildik oysa..” Ve bu 21 gramıyla kayda değer, geri kalanıyla baştanaşağı yalandan ibaret varlık, rüyasında gördü; dünya yumurta misali yuvarlak! Düşüşler uçtan aşağı değil, düşüşler içre doğru, her yıkım yeryuvarda yaşanır, her mezar burada kalır. O vakitten beridir mutlu olamadı bu aklına şüphe tenden cisim…
Tam varıyor gerçekliğe, almış hızını olacak bu sefer diyor, her düşündüğüne önce kendisi inanıyor, sonra bir tabur kuruyor içinde düşüncelerden, her fikir uğruna canını feda etmeye hazır bir er.. Savaştıkça tüm düşman cephe harflerle, olacak bu iş diyor. Olmuyor. Beyni eriyor sade, baruttan sebep.
İşte yine ayağa kalkmışken, tam o an zaferine tüttürürken bir duman, yine bir tufan yıkıp geçiyor. Zayiatoğulları deselermiş, garip…
(Her değişimin hiçbir şeyi değiştirmediği gerçekliği misali, her devrimin bir devrim ardı yıkımı var işte illaki. Ve tıpkı, notaların illa ki ‘es’ verme gerekliliği gibi, sonsuz arayışlara sonsuzluk masajı yapılıyor. Her ‘es’ arası, ritmin her yavaşlaması sırası, kaslar gevşek, yüzler güleç ve içlerde huzur kıvamında nazal inlemeler… Kimileri buna aşk dediler. Oysa aşk en hızlandığında, en karmaşıklığında müziğin ve içkulağın en hassas nazlanmalarında varoluyor. Vertigo, bir nevi baş dönmesi, arka fonda kimine göre gitarın hırçın debelenmesi kimine göre eski piyanonun aksak bir tuş darbesi…
Tuş darbesi, darbe.. Aşkın ne işi vardı kurşunlar arasında. Meylettiğimiz güzele ve hep iyiye.. Şimdi bi başka gram hesaplarından dolayı kırmızı değil artık onun da rengi. Bulanmış sularda siyah bile görür insan, gölgelerde hep bir karartıdır mevcudiyet. Zeki Müren titretiyor gırtlağı, ‘o bir gölgedir varlık sanırsın’…)
Ne yaptığına durup bakmaksızın, hiçbir zaman kendinden şüphe etmeyen insanlar silsilesi içinde zaman, napsın işte bize acıyaraktan, duruyor arada. Hiç çaktırmadan, her dönüşte belki de 5 bölü 100 salise, duruyor. Havada asılı kalıyor. İşte o an bakıyor ve gülüyor, kompleks bile yapmıyor akrebi kıskanan yelkovan.. Daha zavallısı var ne de olsa yaradılmışlar arasında…
Tutunamayanlar devri kapanalı uzun oldu. Ritmi tutturamayanlardanız. Kimileri aşk desin, kimileri din, bi diğerleri devrim desin. Kimse esasen devrilmediğini bilsin. Zamanın oyununa gelmemek gerek, itmek bünyeyi, silmek kibri, ritmek.. Her ezgide bir kanat çırpış saklı, her çırpışta bir adım yukarı. Kim öldürdüyse rüyaları, nehir boyunca, dünyanın sonundan aşağılara akası, akası aşağılara, orada kalası…